Aikido'nun Doğuşu
Bundan yaklaşık 900 yıl önce, Teseiwagenji Klanı’ndan ünlü bir samurai olan Yoshimitsu Shinra Saburo Minamoto tarafından kullanıldığı sanılmaktadır. Dendiğine göre, Yoshimitsu, Daito Malikanesi’nde, suçluların ve savaşta ölenlerin bedenlerini parçalara ayırarak incelemiş, bu sayede edindiği beden ve iskelet sistemi işleyişi hakkındaki bilgisi de Daito-ryu stil jujutsu’ya temel oluşturmuştur. Yoshimitsu bu sanatını, daha sonra Japonya’nın Takeda bölgesine yerleşecek olan oğlu Yoshimitsu Yoshikiya’ya aktarmıştır. Aile, 1500’lerden 1800’lerin sonlarına dek Takeda’da (Kai Eyaleti) yaşamış ve “Takeda” adını almıştır.
Özde, Aikijutsu savaş alanında zırh giyen diğer Bushi’lere (askerler) karşı kullanılmak için Toso teknikleri (kılıç ve mızrak) temel alınarak geliştirilmiştir. Zamanla, jujutsu ikinci planda kalan bir eğitim olarak çalışılmaya başlanmıştır. Jujutsunun içinde Aiki no jutsu (Aikijujutsu) denilen ve yüksek dereceli samurailer için saklanan ikinci bir çalışma vardır. Jujutsu teknikleri saldırmak için de kullanılabildiği halde, aiki no jutsu kesinlikle savunmaya yönelik bir sanattır. Bu teknikler zaman ve ihtiyaçlara bağlı olarak gelişim göstermiş, Kai Eyaleti’ndeki Takeda Ailesi içinde bir “gotenjutsu” ya da saray içinde, soylular arasında öğretilen bir savaş sanatı olarak nesilden nesile devredilmiştir. Daha sonra Takeda Komitsugu, bu öğretiyi Aizu Klanı’na aktarmıştır. Daito Ryu’nun Aizu Klanı’na geçmesinden sonra, en üst düzey memurlar, lordlar ve generaller, Aizu kalesi içinde kendilerini korumak için Aiki no Jutsu eğitimi almaya başlamışlardır. (Çoğunlukla suwariwaza ve hanmi handachi olarak görülür. Bu tekniklere aynı zamanda “oshikiuchi” de denmektedir, fakat bu terimin savaş tekniklerini mi yoksa bazı geleneksel adap kurallarını tanımlamak için mi kullanıldığı konusunda bazı sorular da vardır). Edo Kalesi’nde dördüncü Tokugawa Shogunu’nun eğitmeni olan Masayuki Hochina’nın, Oshikiuchi’nin gelişimini tamamladığı ve bunun daha sonra, Meiji Dönemi sırasında Takeda Ailesi’nin Gotenjutsu’su ile birleşerek modern Daito Ryu’yu oluşturduğu söylenmektedir.
“Bu sanatın (Daito Ryu) amacı, öldürülmemek, darbe yememek, tekme yememektir. Biz de vurmaz, tekme atmaz ve öldürmeyiz. Bu, sadece kendini korumak içindir. Rakiplerimizle, onların güçlerini ve saldırganlıklarını kullanarak uygun bir şekilde başa çıkabiliriz. Kadınlar ve çocuklar bile bunu kullanabilir. Buna rağmen sadece saygı değer kişilere öğretilmektedir. Yanlış bir şekilde kullanımı korkutucu sonuçlar doğurabilir. ...” – Takeda Sokaku.
Takeda Sokaku, Meji döneminde yaşamıştır (1868 – 1912). Yaşadığı dönem içinde tüm Japonya’da köklü değişimler olmuştur (Meiji reformları). Batılı tarzda yaşamın toplum hayatında kabullenilmesi, geleneksel ticaret anlaşmalarının genişletilmesi ve tüm insanlara eşit davranılmasının sağlanması için “samurai” sınıfının kaldırılması, bu yeniden yapılanma hareketinin kapsamındaydı. Meiji yeniden yapılanma süreci içindeki değişimlerden biri de, 1876’da halk içinde kılıç takılmasına dair yasak getirilmesiydi. Takeda Sokaku, Daito Ryu jujutsu’nun öncelikli olarak Kenjutsu (kılıç) üzerinde yoğunlaşan tekniklerini Aikibujutsu’ya uyarlayarak bazı değişikliklerin yapılması gerektiğini anlamıştı (kuminchi teknikleri 1922’ye dek “Daito Ryu Jujutsu” olarak adlandırıldı. Yapılan araştırmalar, “Aiki” kelimesinin, daha sonra Omoto-Kyo’nun lideri Deguchi Onisaburo’nun önerisiyle eklendiğini göstermektedir), böylece daha çok Taijutsu (silahsız teknikler) üzerinde durulmaya başlandı. Bu değişikliklerin ve Sokaku’nun bir zamanlar halktan özellikle saklanan bu sanatı yayma arzusunun bir sonucu olarak yeniden gözden geçirilmiş Daito-ryu oldukça yaygınlaştı ve Sokaku bu düşüncesinin başarıya ulaştığını görmenin tadını çıkardı. İlginç bir not olarak, Takeda Sensei’nin tüm Japonya’da dolaşarak aynı anda değişik öğrenci gruplarına ders vermeyi tercih ettiğini ve bir dojoda asla uzun bir süre kalmadığını da belirtmek gerekir (dendiğine göre bu teknikleri öğrencilerine ayrıntılı olarak öğretmek yerine sadece gösterirmiş). Tuttuğu kayıtlara bakılırsa, Takeda yaşamı boyunca en az 30000 öğrenciye ders vermiştir.
Takeda Sokaku, yaşamı boyunca pek çok usta savaş sanatçısı yetiştirmiştir. Bunların arasında en iyisi ise, Aikido’nun kurucusu Ueshiba Morihei idi. Morihei Ueshiba (O-Sensei), II. Dünya Savaşı öncesindeki yıllar boyunca Daito-Ryu Aikijujutsu’yu sebatla çalışıp öğretirken, bir yandan da kendi Aikido stilini geliştirmiştir.
“Kurucu” Morihei Ueshiba”nın BUDO aşkı öyle güçlüydü ki gençlik günlerinde ülkede duyulmuş tüm budo sanatçılarını ziyaret etmiş ve onlardan muhakkak bir şeyler öğrenmişti. Bu öğrenme açlığının etkisinde hayatı değişik geleneklere ait farklı budo sanatları ile tanışmasını sağlayan bir “hac” seferi gibiydi. On yaşlarındayken ilk hocası “Kito Ryu Jujutsu” ustası Tokusaburo Tozawa idi. Bir sonraki hocası ise o sıralarda Sakai kentinde yaşamakta olan “Goto-Ha Yagyu Ryu Jujutsu” ustası Masakatsu Nakai olmuştur. Söylediğine göre Aikido”nun temel el ve ayak hareketlerinden bazılarını Nakai”nin yanında çalıştığı bu dönemde öğrendiklerine borçludur. 1903″de Japon ordusunun 61. Alayına katıldığında bir süre için budo çalışmalarına ara verir. Rus-Japon harbinden sonra Mançurya”ya döner ve Hamadera”ya yerleşir. Bu arada bos zamanlarını incelemeleri ile değerlendirmek için tekrar Nokai”yi bulur. Ueshiba”nin 1908″de bir sertifika aldığı Nakai, ananevi olarak kılıç kullanma konusunda ustalığı ile ünlü Yagyu ailesinden gelmekteydi ve boyu bir buçuk metre civarında olmasına karşın son derece kuvvetli fiziği ile güçlü, savaşçı bir ruh taşıyordu.
1916″da da “Daito-Ryu Jujutsu” ustası Sokaku Takeda”dan bir sertifika almayı başarmıştır. Daha sonra görüleceği gibi onun bu geçmişi Aikido ile yakından ilgilidir. 1924 ve 1925″te Morihei Ueshiba”nin araştırmalarını kargı”da (fırlatılamayan bir çeşit mızrak) yoğunlaştırdığını ve ustalaştığını görüyoruz. Bu dönemde labut, kargı, mızrak, jo gibi silahlarla uzun araştırmalar ve sayısız vücut hareketi denemeleri yapmıştır. IRIMI (GIRIS) tekniği üstadın bu dönemi ürünüdür.
1910 ile 1925 yılları arasında özellikle yoğun olarak eski Jujutsu”yu incelemiştir. O bu geleneksel “ryu” lari (gelenekler) incelememiş olsaydı Aikido hiçbir zaman doğmayacaktı. Aikido tüm eski geleneksel budolarin dinamik bir ifadesi olarak çağdaş dünyaya sunulmuştur. Budo”nun bir çocuk zihninde uyandırdığı ilk kıvılcım… “Kurucu” Morihei Ueshiba, Kasım 1883″de Japon ana adasının merkezi-güneyinde, şimdilerde Wakayama olarak bilinen Kii eyaletinin Tanabe şehrinde doğmuştur. 14-15 yaşlarına kadar oldukça kısa boylu ciliz olan bu çocuk güçlü inançları ile diğerlerinden kolayca ayrılabiliyor, daha 10 yaşlarındayken bile için için budo”ya ilgi duyuyordu. 12 yaşlarındayken babası, yerel konsey üyesi Yoroku, köylerinin en belirgin şahsiyetiydi. “Şehrin zorbaları” diye adlandırılan, babasının siyasi muhalifleri, sık sık tartışmak için evlerine gelir; bazen de bu tartışmalar oldukça kızışır çirkin hakaretlere, bağırışlara dönüşürdü. O günlerde Küçük Morihei ruhunun bu tartışmalarla dağlandığını hissetmekte ve ne bahasına olursa olsun kuvvetlenip günün birinde bu saldırgan ruhlu insanları evlerinden dışarı atacağına yemin etmektedir.
1901″de, 18 yaşında, bu yolda ilk adımlarını atmaya başlamıştı ve büyük bir tüccar olmak amacıyla Tokyo”ya gitti. Geceleri “Kito Ryu Jujutsu” dersleri alarak tüm gün boyunca toptancılar caddesinde çalışıyor, fırsat buldukça politik konuşmaları da izliyordu. Bununla beraber beri-beri hastalığına yakalanarak evine dönmek zorunda kaldı. Bu fırsattan istifade günde dört kilometre yürüyerek vücudunu güçlendirme çalışmalarına başladı. Bu onbeş yirmi gün sürdü, aslında koşmaya, yavaş yavaş güçlenmeye de başlamıştı. Eskiden bir balya pirinç kaldıramazken simdi tek koluyla iki balya kaldırabiliyordu. Yirmi yaşına geldiğinde görünüşü hayli değişmişti. Boyu hala kısa olmasına rağmen sıradan insanlara göre oldukça güçlüydü. Ancak bununla tatmin olmuyordu. Yagyu-Yru Jujutsu eğitimi görmek üzere Sakai”ye gitti. B u sırada balıkçılık öğrendi ve köyünün yıllardır sürmekte olan bir sinir problemini halletti. Bu başarısı ile çevresinde tanınmaya başladı. Artik babası için baş ağrısına dönüşen isleri de o çözmeye başlamıştı.
Tam delikanlılığını yaşıyordu. Bükülmez bir ruhu, yorulmak bilmez bir çalışma gücü vardı Eğer başkaları diğerlerinin iki misli çalışıyorsa o dört mislini yapıyordu. Başkaları 40 kg. taşıyorsa o, 80 kg. taşıyordu. Onun tez canlı huyu kendisini yerel bir “pirinç keki pişirme” yarışmasında gösterdi. Bu yarışmada dev bir kepçe dolusu pişmiş pirinç tastan oyulmuş yine dev bir çanağını içine koyuluyor, sonra tahtadan yapılmış çekiç benzeri uzun başlı, iri bir balyozla dövülüyor; bir yardımcı da bu arada çanakta dövülen pirinci karıştırıyordu. Dövülen pirinç bir süre sonra lastik kıvamında bir maddeye dönüşüyor, dışarı alınarak düz bir kapta yenilmesi için soğutuluyordu. Balyozun garip, uzatılmış sekli, ağırlığı ve karışımın soğumadan istenilen kıvama gelmesi için gerekli darbeyle dövülmesi gereği ortaya zorlu bir yarışma çıkartıyordu. Yarışmada on tane güçlü rakibi olmasına rağmen hepsini yendi, hatta sonunda tas çanak kırıldı. Katıldığı diğer yarışmalarda da ayni sonuca ulaşınca artik halk yarışmaya katılıp da çanaklarını kırmasın diye ona şeref misafirlerine uygulanan biçimde çay, kurabiye ikram edip yarışma sahalarından uzak tutmaya çalışıyordu.
Ülkesi ile Rusya arasında durum gerginleşmeye başladığında derhal askere yazıldı ve Wakayama alayına katıldı. Sıradan bir piyadeyken dahi eğitimde gösterdiği başarılar tüm komutanlarının dikkatini çekmiş, terhisinde gönüllü subay olarak askere devamı için ve askeri akademiye alınmak üzere davet edilmiştir. Sadece 157cm’lik boyuna karşın yapısı 81kg. Ağırlığı ile bir tank gibiydi. Askerlik eğitimi süresince koşu, atletizm, jimnastik gibi yarışma ve eğitimlerde hiçbir zaman ikincilikle yetinmemiştir. Savaşta ise askerlik normal zamanın iki kati zordu. Pek çok asker bu ağır eğitimin altında ezilir geri hizmete alınır, o ise daima bölüğün en önünde yer alır iki hafta üç kişinin teçhizatını taşırdı. Mançurya muharebelerinde son derece büyük yararlılıklar göstermiş ve pek çok kez gösterdiği kahramanlıklarla birliğini tehlikelerden kurtardığı olmuştur. Askeri akademiye katılmayı reddetmesine rağmen sıradan bir hayata da dönmek istemiyordu. Siyasi faaliyetlere ağırlık verdi ve köyünde bağlı bulunduğu Tanabe bölgesinin liderliğine yükseldi. Bu arada o sıralarda yeni yeni başlayan Judo sanatı ustalarından Kiyoichi Takagi onu ziyaret etmişti. Ueshiba ona şehrin gençlik kulübünde bir yer vermiş, gençlerden kurulu bir örgenci kadrosu kurmuş ve öğretmenlik yapmasını sağlamıştır. Takagi daha sonraları 9.dan”a kadar yükselmiş, bu arada Ueshiba”da Judo üzerine oldukça detaylı ve derinlemesine araştırma yapma olanağı bulmuştur. Fakat sonra belki de askerlik hayatinin yorgunluğundan bas ağrısından kıvrandıran garip bir hastalığa yakalanarak yatağa düşmüş ve altı ay kadar kalkamamıştır. Daha sonra 1910 yılı baharında her nasılsa tamamen iyileşmiş, yavaş yavaş eski haline dönmeye başlamıştır.
Bu tarihte o devirde geri kalmış, yarı yabanıl bir bölge olan Hokkaido”ya yerleşmek için başvurmuş ve 1911″de bir öncü kafilesinin lideri olarak, ülkenin bu bölgesini kalkındırmak, tarıma ve imara açmak için Kitami eyaletinin Mombetsu kenti, Shirataki bölgesi civarına giderek oraya yerleşmiştir. 30″lu yaşların enerjisi ile eski sağlığına artik iyice kavuşmuş olarak yine eskisi gibi bu defa at sırtında kış şartlarında sık sık patlayan dondurucu fırtınalara rağmen bütün gün is yerine, tarlalara, araştırma için dağlara gidip gelmekteydi. Bu arada tecrübeleri içine aşırı soğukla mücadele ve soğuğa direnç de katılmış oldu. 1911″de, bu meşakkatli yolda Shirataki”nin Kamiyubetsu bölgesinin bir numaralı konsey üyesi seçildi. Yetlesen öncüleri desteklemesi amacı ile valilik bürosu ile sürekli irtibata geçerek belediye başkanı Uratora Kanashige yi yüreklendirdi. Bölgeye demiryolu inşaası için bir dernek kurdu ve sonunda bunu da başardı. 1912″de 65km2″lik Shirataki bölgesinde halkın kendi isteği ve oyuyla “Shirataki”nin kralı” ilan edildi.
Daito Ryu Jujutsu Sokaku Takeda Hokkaidoda”idi. Bölgenin geliştirilmesi faaliyeti yolunda gidiyordu ve Ueshiba büyük bir zevkle Takeda ile çalışabilecek zaman da buluyordu. 1915″de 32 yasındayken Engaru”da Hisata otelinde Sokaku Takeda ile tanışma imkânı bulmuş ve bir süre sonra Takeda “Son derece yeteneklisin seni öğrenci olarak seçtim” diyerek ona ders vermeye başlamıştır. Daito Ryu Jujutsu”nun uzun bir tarihi vardır. Dokuzuncu yüzyılda İmparator Seiwa prenslerinden Sadazumi tarafından başlatılmış, zamanla geliştirilmiş ve zamanımıza kadar getirilmiştir. Derinlemesine bir teorisi ve müthiş tekniklere sahiptir ve Morihei”nin büyük saygı duyduğu Sokaku bu konuda gerçek bir ustadır. Bu ziyaretinde Sokaku Takeda hiç umulmayacak şekilde otelde bir ay kalmış ve tüm vaktini Morihei”nin eğitimine ayırmıştır. Daha sonra, 1916″da onu evine davet etmiş, uyarılarını nasihatlerini dinlemiş ve ona büyük bir saygıyla hizmet etmiş, ona yemek yapmış onu yıkamış hatta ona yeni bir ev inşa etmiştir.
Takeda son derece sert mizaçlı bir adamdı ve örgencilerinin en küçük hatasını bile affetmez onlara olmadık eziyet ederdi, ancak Morihei buna aldırmaz yemeği, yorgunluğu unutur tüm dikkatini derslere verirdi. Bu gerçeğin bugünkü Aikido ile yakın ilişkisi vardır. O zamanlarda budo dersi gören öğrenciler öğrendikleri her teknik için öğretmenlerine üç yüz ila beş yüz yen (bir yen yaklaşık yarım dolar) civarında bir ücret öderdi. Buna ek olarak o hocasına odun kesmekte, su taşımaktadır. Eğitimin sonunda ailesinden ona kalan tüm sermayeyi bu eğitime harcamış bitirmiştir.
1919″un baharı sonlarında babasının çok hasta olduğuna dair bir telgraf alır ve bunun üzerine her şeyini hocası Takeda”ya hibe edip Hokkaido”dan ayrılır. Hokkaido onun önderliğinde çok ilerleme göstermişti. Demiryolu yapılmış, okullar açılmış ve Morishei sosyal saygınlık ve mal, mülk sahibi olmuştu ancak bunlar onun gözünde bir şey ifade etmiyordu. Düşüncesinde “acı veren, meyve veren egzersizler, çalışmalar” vardı. Hokkaido”dan gittiği gibi geri dönmekteydi, varliksiz ama dipdiri, canlı bir ruhla. Tren evine ulaştığında ilk duyduğu şey Omotokyo adında yeni bir dinin lideri olduğu söylenen Wanisaburo Deguchi”den bahsedildiğiydi. Morihei babası için yapılabilecek en iyi şeyin Omotokyo dininin merkezi olan Ayabe”ye gidip, babasının sağlığı için rahiplere başvurmak olduğunu düşündü. Küçüklüğünden beri ruhani olaylara, dinlere büyük ilgi duyar, ailesi de onu desteklerdi. Yedi yaşındayken Jizoji tapınağında rahip Mitsujo Fujimoto”dan ders almış; on yaşındayken de Akitsu köyündeki Homanji tapınağında Zen Budizm üzerine eğitim görmüştü. Yaşı daha ilerledikçe ruhsal gıda arayışı daha da artmış, karşılaştığı her yerde eğitimine devam etmiş, rahiplere türlü şeyler danışıp nasihatlerini dinlemiştir. Esas nedeni babasının hastalığına çare bulmaktır ama rahip Deguchi”yi dinledikten sonra ruhunun derinliklerinde bir şeylerin sıkıştığını hisseder.
Tekrar Tanabe”ye eve döndüğünde babası artik hayatta değildir. Ömründe en sevdiği insanin ölümünü karşılarken içinden de manevi kilitleri kırmaya, çalışmalarını ilerletip budo”nun sırrına ulaşacağına yemin etti. Bu olaydan sonra yaşantısı tamamen değişti. Bazen beyaz bir giysiyle bir kayanın tepesinde oturuyor, bazen bir dağı tepesinde diz çöküp dua ediyor, sürekli Shinto dualarını okuyordu. Onu tanıyanlar son derece endişeliydi ve delirdiğine hükmediyordu. 1919 sonlarında Deguchi”yi hatırladı ve ailesini de toplayarak Ayabe”ye taşındı. Kalbini aydınlatan ışığı bulmuştu. Ayabe”de dağ eteğinde bir eve yerlesti ve 1926″ya kadar bir taraftan Jujutsu teorisi üzerinde yoğunlaşırken bir taraftan Deguchi ile fiilen çalıştı. Deguchi”nin düşleri insan ve tanrı aşkının birliğinden doğacak dini temeller üzerine kurulu bir ahlak dünyası ve Moğolistan”da kurulacak tüm yeni dinlerden güç alacak, eski din ve uygarlıkların esiri olmayacak özgür bir krallık üzerineydi. Bu amaçla Deguchi Koreden Putlenchiao ve Çinden Taoyiian Hungwantzuhui dinleriyle irtibat kurdu. 1924 baharında yanına Masumi Matsamura ve Ayabe”deki Shounkaku Mabedi”nin kurucusunu alarak Moğolistan”a bizzat gitmeye karar verdi. O sıralarda Deguchi Omotokyo skandalına karışmıştı. (İmparatora saygı gösterilmemesi hakkında), bu nedenle hareket gizlilikle yürütüldü ve 13 Subat 1924″te 3.28 treni ile hareket ettiler. Morihei de onlara Tsruoka”dan katıldı ve Mançurya, Moğolistan seyahati başlamış oldu.
Grubun hedefi önce Mukden”e gidip orada Chang Tso-Lin”in bir generali olan Chan-k”uei ile buluşmak ve onun yardımıyla Moğolistan’a sızmaktı. Fakat o günlerde Çin”in içinde bulunduğu sorunlar nedeni ile gurup kendini tamamen yardımdan uzak ve aranmakta olan suçlular durumunda buluverdi. Ne doğru dürüst yol ne de yiyecek bir şeyleri vardı. Yapabildikleri tek şey düşmandan kaçmaktan ibaretti. Tüm bu eziyet dolu beş aylık yolculuk sırasında Morihei, Deguchi”ye eslik etti ve onun kaderini paylasti. Bir gün yerel kuvvetlerden oluşan bir birliğin eline tutsak düştüler ve iç çamaşırlarına, ayakkabılarına varıncaya dek her şeylerine el kondu. Kaba kumaştan bir çaput giydirilip zincire vurularak bir hapishaneye atıldılar. Morihei”nin davranışları askerlere çok değişik gelmişti, o nedenle ona biraz farklı muamele ediliyordu. O ayağındaki prangaya ve piloriye (ortaçağ”da kullanılan, ahşap bir cendere) bağlı olmasına rağmen geldi. Morihei infaz alanına giden yolda korkusuzca, sanki günlük hayatındaymış gibi yürüyordu. Bu duygu diğerlerine de geçti ve hepsi korkularını unutarak kaderlerine razı oldu. Ancak büyük bir şans eseri o gün Japon elçisi Chenkiatum devreye girerek onları ölümün pençeleri arasından çekip çıkardı. Uzun çabaların sonunda Japon hükümeti onların affedilmelerini ve ülkelerine iadelerini sağlamıştı. 25 Temmuz 1925″te ülkelerine döndüklerinde muzaffer generaller gibi karşılandılar. Planlarının suya düşmesine karşın Morihei kendine saygı, karakter ve disiplinini deneme imkanı bulduğundan mutluydu.
Ayabe”ye döndüklerinde Morihei kendini önceki hayat düzenine ve özellikle budo”nun sırrı üzerine derinlemesine çalışmalara adadı. Ayabe dağı ona çalışmaları için mükemmel bir ortam sunuyordu. Yedili sekizli gruplar halinde süngerleri ağaçlara dairesel olarak asıyor bir kargıyla değişik vücut hareketleri üzerinde çalışarak hedeflediği süngerleri deliyordu. Bu vücut ustalıklı hareketleri de o sırada yanında bulunan birkaç öğrencinin hafızasına kazınırcasına işlenmekteydi.
O sıralarda Ayabe oldukça sakin bir köydü. Geceleri sansarlar, tilkiler sıklıkla köye gelir, pek çok is nüfusun azlığından dolayı imece usulü ile yapılırdı. Bu çalışmalarda Morihei tanrı vergisi gücünü köylülerden saklayamamıştır. Bir keresinde 15-20 cm. Çapında bir çam ağacını elleriyle sökmüş, on kişinin yerinden kımıldatamadığı bir kayanın yerini değiştirivermiştir. O, çalışmasına tanık olan pek çok kişiyi hayretler içerisinde bırakırdı.
“İnsan vücudunun içinde olağanüstü ruhsal bir güç olduğuna inanıyorum” derdi.